Engellilerin gündemi (31. bölüm)
Engellilerin Gündemi programının 31. bölümünde, 18 Ekim ile 1 Kasım arasında Türkiye gündeminde engellilikle ilgili dikkat çeken konular ele alındı.
Yenidoğan Çetesi ve engelli kalan bebekler
Yenidoğan Çetesi, İstanbul merkezli olarak faaliyet gösteren, SGK’yı dolandırmak ve yasadışı kazanç elde etmek amacıyla yeni doğan bebeklerin sağlık hizmetleri üzerinden suistimaller yapan bir örgüt olarak gündeme geldi. Çetenin ihmalleri ve bilinçli yanlış uygulamaları sonucu bebek ölümleri ve engelli doğumlar meydana geldiği belirtiliyor. Özel hastanelerle bağlantılı olarak hareket eden çete, Türkiye kamuoyunda büyük tepki topladı. İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü tarafından hazırlanan fezlekede çete şu suçlarla itham edildi:
- Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve örgüte üye olmak.
- İhmali davranışla adam öldürme: Bebek ölümleri ve sağlık ihmalleri.
- Nitelikli dolandırıcılık: SGK’dan haksız ödeme alma.
- Resmi belgede sahtecilik.
- Rüşvet.
Çetenin ihmalleri yalnızca bebek ölümleriyle sınırlı kalmayıp, sağ kalan bebeklerde de kalıcı hasarlara neden oldu. Örneğin, Kocaeli’de dördüz doğum yapan Okutucu ailesi, üç bebeklerini kaybederken sağ kalan bebeklerinin çete kaynaklı ihmaller nedeniyle görme engelli hale geldiğini öğrendi. Aile, bebeğin tedavi sürecinde bir hastaneden diğerine yönlendirilmiş ve her iki hastanede de ihmallerle karşılaşmıştır. Bebeğin bir gözünün görme yetisini tamamen kaybetmesi, süreçteki yanlış müdahalelerin sonucu olarak kayıtlara geçti.
Soruşturma belgelerine göre, çetenin faaliyetlerinin yalnızca son bir yıla değil, 2015 yılına kadar uzandığı ifade ediliyor. Bu durum, örgütün sistematik bir şekilde sağlık sektöründeki açıkları kullandığını gösteriyor. Çetenin faaliyetlerine göz yuman ve hatta bu faaliyetleri destekleyen kişiler arasında, eski bir sağlık bakanının dahi adının geçtiği iddiaları bulunuyor. İlgili bakanın özel hastanesinin kapatılması, toplumda büyük bir güvensizlik yarattı. Bu skandal, engellilik kavramını “doğuştan” bir durum olmaktan çıkarıp, ihmal ve suç örgütlerinin faaliyetleri sonucu oluşan bir durum olarak yeniden düşündürdü. Sağlık hizmetleri almak için hastanelere başvuran ailelerin, çocuklarını kaybetmeleri ya da engelli hale gelmeleri büyük travmalara yol açtı. Bu aileler, sağlık sektörüne ve devlete olan güvenlerini kaybetti. Skandalın mağduru olan çocukların geleceğiyle ilgili birçok soru işareti bulunuyor. Ailelerin psikolojik destek alıp almadığı, çocukların rehabilitasyon süreçlerinin nasıl sağlanacağı gibi sorular yanıtsız.
Yenidoğan Çetesi skandalı, Türkiye’de sağlık sistemindeki denetimsizlik ve yetersizlik sorunlarını bir kez daha gündeme taşıdı. Soruşturmayı yürüten savcının tehditlere rağmen geri adım atmaması dikkat çekti. Ancak, çetenin faaliyetlerinin yıllarca fark edilmemiş olması, denetleme mekanizmalarının zayıflığını ve hesap verebilirlik eksikliğini gözler önüne seriyor.
Bu skandal, yalnızca sağlık sektöründeki ihmalleri değil, aynı zamanda toplumun çocuk hakları, engellilik ve adalet konusundaki duyarlılığını da sorgulattı. Bebeklerin canına kastederek haksız kazanç sağlayan bir çetenin varlığı, “Vatanı korumak, çocukları korumakla başlar” anlayışını hatırlatarak, toplumun her kesiminde derin bir üzüntü ve öfke yarattı. Skandal, engellilikle ilgili sorunların yalnızca bireysel değil, sistematik bir problem olduğunun altını çizdi.
IŞİD Üyesinin Engelli Maaşı Alması
Olay, IŞİD üyesi olduğu tespit edilen bir kişinin Türkiye’de engelli maaşı aldığı bilgisiyle gündeme geldi. IŞİD saflarında savaşırken görme yetisinin %70’ini kaybeden bir kişi, 2018 yılında Türkiye’ye giriş yaptıktan sonra engelli maaşı almaya başlamış. Ayrıca bu kişi devlet tarafından barınma desteği de almış. İlgili şahıs, İstanbul’da sinagoglar, kiliseler ve alışveriş merkezlerine yönelik saldırılar düzenlemek için keşif yaptığı sırada yakalandı. Güvenlik kameralarına yansıyan görüntüleri ve tanık ifadeleriyle, bu kişinin IŞİD bağlantıları net bir şekilde ortaya kondu.
Bu şahsın, Kızılay aracılığıyla ve Avrupa Birliği (AB) fonlarından 500 TL aylık engelli maaşı aldığı öğrenildi. Kızılay, bu olayla ilgili yaptığı açıklamada, maaşın tamamen AB fonlarından sağlandığını ve kendilerinin bu kişilerin geçmişini araştırma ya da güvenlik soruşturması yapma yetkisi olmadığını belirtti. Kızılay gibi köklü bir kurumun, yardımlarını sağlarken güvenlik ve geçmiş kontrollerini yapmaması eleştirildi. Bu durum, terörle bağlantılı kişilerin sosyal yardımlardan faydalanmasını mümkün hale getiriyor. Kızılay, depremler sırasında çadır satışı, bağışların yönetimi gibi çeşitli olaylarla zaten kamuoyunda eleştiriliyordu. Bu olay, Kızılay’a duyulan güveni daha da zedeledi.
Türkiye’ye gelen milyonlarca sığınmacının bir kısmının terör bağlantılı olabileceği endişesi dile getirildi. Ancak bu durumu tüm sığınmacılara mal etmenin insani olmayacağı da vurgulandı. Güvenlik soruşturmalarının kimin sorumluluğunda olduğu sorusu da gündeme geldi.
İşitme engelli Nihal Babayiğit nasıl öldürüldü?
Bu trajik olay, Antalya’da işitme engelli bir kadın olan Nihal Babayiğit’in, birlikte yaşadığı işitme engelli dini nikahlı eşi Mehmet Basık tarafından öldürüldüğü iddiasıyla Türkiye gündemine geldi. Cinayetin detayları ve yargılama süreci, işitme engelli bireylerin suç işleme ya da suça maruz kalma durumlarındaki toplumsal algıları sorgulattı.
Nihal Babayiğit, işitme engelli bir birey olarak şiddet sonucu hayatını kaybetti. Cinayet şüphelisi, işitme engelli dini nikahlı eşi Mehmet Basık ve onun daha sonra birlikte yaşamaya başladığı başka bir işitme engelli kadın (BG) olarak kayıtlara geçti. Cinayetin vahşice işlendiği ve Nihal’in bıçaklanarak öldürüldüğü tespit edildi. Mehmet Basık, işaret diliyle verdiği savunmasında suçlamaları reddederek, cinayeti BG’nin işlediğini iddia etti. BG’nin Nihal’i bıçakladıktan sonra suçu üstlenmesini istediğini öne sürdü. Davanın kesinleşmemiş olması nedeniyle suçun kimin tarafından işlendiği halen belirsiz. Sanıklardan biri, “İşitme engelliyiz, bize bir şey olmaz, hapse atılmazsınız” şeklinde bir ifade kullandı. Bu ifade, cinayet sonrası süreçte engelliliğin suçluluk durumunda bir avantaj olarak görülebileceği algısını gündeme getirdi.
Engellilik, toplumda genellikle masumiyet ve suçtan uzak bir kavram olarak algılanıyor. Ancak bu olay, engelli bireylerin de suç işleme kapasitesine sahip olduğu ve cezai sorumluluklarının tam olduğu gerçeğini hatırlattı. “Masum engelli” algısı, bu tür olaylarda gerçekleri örtbas edebilirken, diğer yandan engelli bireylerin de eşit şekilde yargılanması gerektiğini ortaya koydu. Olayda, engelliliğin ceza indirimine yol açabileceği veya suçu hafifletebileceği gibi yanlış bir düşüncenin etkili olduğu izlenimi doğdu. Sanıkların bu algıyı kullanarak avantaj sağlamaya çalıştıkları öne sürüldü.
Nihal’in ailesi, sanıkların ifadelerinin yalan olduğunu ve adaletin tecelli etmesi gerektiğini vurguladı. Aile, işitme engelli bireylerin bu durumunun istismar edilerek cezai sorumluluktan kaçınma çabası içinde olduğunu düşündüklerini belirtti.
Bakırköy Engelsiz Park tartışması
İstanbul Bakırköy Belediyesi tarafından Lavanta Sokak’ta yapılan “Selim Kerim Altınok Kardeşler Parkı,” yalnızca engelli bireylerin kullanımına uygun olduğu belirtilen bir tabelayla gündeme geldi. Parkın girişine konulan, “Engelli çocuk parkı olup engelli vatandaşların dışında kullanımına uygun değildir” yazılı tabela, toplumda ayrımcılık tartışmalarına neden oldu. Bu durum, engelli hakları savunucuları ve kamuoyunda tepki çekti.
Görme engelli olan Selim ve Kerim Altınok kardeşler, hukuk, müzik, bilişim ve satranç gibi birçok alanda başarılı kariyerleriyle tanınıyor. Bakırköy Belediyesi, uzun yıllardır Altınok kardeşlerle ortak projeler yürüttüğü için parkı onların adıyla onurlandırdı. Parkta engelli bireyler için özel oyuncaklar ve düzenlemeler bulunuyor. Ancak engelli olmayan bireylerin bu parkı kullanamaması yönünde bir sınırlandırma getirilmiş durumda. Tabela, “engelli olmayan bireylerin oyuncakları kullanmasının tehlikeli olabileceği” gerekçesiyle yerleştirildi. Örneğin, tekerlekli sandalye kullanıcıları için tasarlanmış bir salıncağın, engelli olmayan bir birey tarafından kullanılması durumunda kazalara yol açabileceği belirtildi.
Engelli çocukların toplumdan dışlanması, ayrıştırılması ve yalnızca engelli bireylere özel alanlarla izole edilmesi eleştirildi. Toplumda birlikte yaşama pratiğinin geliştirilmesi gerektiği vurgulandı. Özellikle park gibi ortak alanların, engelli ve engelli olmayan bireylerin birlikte vakit geçirebileceği şekilde düzenlenmesi gerektiği ifade edildi. Bakırköy Belediyesi, parkın yalnızca engellilere uygun oyuncaklarla donatıldığını ve güvenlik nedeniyle bu sınırlamanın getirildiğini belirtti. Ancak bu açıklama, parkın tasarımında bir eksiklik olduğunu da ortaya koydu. Engelli bireyler için yapılan düzenlemelerin, engelli olmayan bireylerin kullanımına tamamen kapatılması yerine, herkesi kapsayacak şekilde daha bütüncül bir yaklaşım benimsenmesi gerektiği ifade edildi.
Engellilerin toplumda dışlanmaması için mücadele eden Altınok kardeşlerin adını taşıyan bir parkın bu şekilde ayrıştırıcı bir uygulamayla gündeme gelmesi, uygulama açısından talihsiz bulundu. Engelli bireyler adına yapılan özel düzenlemelerin ayrımcılığı artırdığına dair genel bir kaygı dile getirildi. Bu durum, “engelsiz park” kavramının amacına aykırı olarak değerlendirildi.
Erzurum kamu binalarındaki erişilebilirlik sorunları
Erzurum’da yapılan bir erişilebilirlik değerlendirmesi, kamu kurumlarına ait binaların büyük çoğunluğunun engelli bireyler için uygun olmadığını ortaya koydu. Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’ne bağlı Erişilebilirlik İzleme ve Denetleme Komisyonu tarafından hazırlanan rapora göre, Erzurum’daki 62 kamu kurumundan yalnızca 19 binanın engelli bireylere uygun olduğu belirlendi. Bu bulgu, engelli bireylerin kamu hizmetlerine erişiminde yaşanan ciddi sorunların bir yansıması olarak değerlendirildi.
Türkiye’de erişilebilirlik yasaları 2005 yılında yürürlüğe girmesine rağmen, bu konuda yeterli ilerleme sağlanmadı. 19 yılın ardından, Erzurum’da bu kadar düşük bir uygunluk oranı, erişilebilirlik standartlarının etkin bir şekilde uygulanmadığını gösteriyor. Erişilebilirlik İzleme ve Denetleme Komisyonlarının cezai yaptırımları uygulamakta yetersiz kaldığı belirtildi. Kamu kurumları genellikle cezalar yerine teşvik yöntemlerini tercih ederek erişilebilirlik projelerini ertelemeyi sürdürüyor. Yerel yönetimlerin bu konuda yeterli adım atmaması, erişilebilirlik eksikliğinin devam etmesine neden oluyor. Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde engelli bireylerin ihtiyaçlarına yönelik yatırımların göz ardı edildiği vurgulanıyor.