|

Organik bilgisayar ve yapay zeka ile engelliliğin geleceği yeniden şekilleniyor

 

İstanbul Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Burak Berk Üstündağ ile yapılan kapsamlı söyleşide, klasik bilgisayarların sınırlarını aşan yeni bir paradigma olan organik (biyolojik) bilgisayarlar ve bu teknolojinin yapay zekâ, muhakeme yeteneği ve engellilik alanındaki potansiyel etkileri üzerinde duruluyor.

 

Organik bilgisayar nedir

Üstündağ, klasik bilgisayarların deterministik, yani yüzde yüz doğru ve öngörülebilir işlemler yaptığını; buna karşılık organik bilgisayarların, insan beynine benzer şekilde olasılıksal çıkarım ve yeterince doğru yaklaşımıyla çalıştığını anlatıyor. Geleneksel bilgisayarlar, işlemci–bellek döngüsüne bağlı kalarak adım adım ilerliyor ve bu, hızlandıkça artan enerji tüketimini beraberinde getiriyor. Oysa organik sistemler, tıpkı insan beyni gibi milyonlarca sinir hücresini aynı anda, paralel ve çok düşük enerjiyle çalıştırabiliyor.

Bu farkın somut örneği olarak AlphaGo’nun dünya şampiyonunu yendiği dönemde yaklaşık 1 megawatt enerji tüketirken insan beyninin yalnızca 20 watt civarında güçle benzer bir düşünme sürecini yürütebildiği belirtiliyor. Bu, biyolojik sistemlerin doğadaki olağanüstü enerji verimliliğini gözler önüne seriyor.

 

Organik bilgisayar araştırmaları

Organik bilgisayar araştırmaları iki yönde ilerliyor: Birincisi, nöromorfik denilen, kendi bağlantılarını ihtiyaca göre yeniden düzenleyebilen elektronik devreler. İkincisi ise gerçek nöronlardan oluşan dokuların laboratuvar ortamında yaşatılıp sinyallerle eğitilmesi. Bu ikinci yönteme örnek olarak “CL-1” adlı deney veriliyor. CL-1, yaklaşık yüz bin nörondan oluşan bir hücre ağıyla Pong oyununu oynamayı öğrenmiş; aldığı ödül veya ceza sinyallerine göre bağlantılarını güçlendirip zayıflatarak “pekiştirmeli öğrenme” göstermiştir.

Üstündağ’a göre bu gelişmeler, yalnızca bilgi işlemde yeni bir dönem başlatmıyor; aynı zamanda insan beyninin plastisitesini —yani kendini yeniden şekillendirme yeteneğini— taklit eden makinelerin kapısını aralıyor. Böylece yazılım, donanım, veri ve öğrenme tek bir yapıya dönüşüyor.

 

Yapay zekâ ve muhakeme yeteneği

Söyleşinin merkezinde yer alan bir diğer kavram muhakeme. Klasik yapay zekâ yalnızca sınıflandırma ve tanıma işlemleri yaparken, yeni kuşak organik sistemler bağlamı ve neden–sonuç ilişkisini kavrayabilen “derin muhakeme” (deep reasoning) yeteneğine yaklaşmaya çalışıyor. İnsan beyni, duyu organlarından gelen verileri sürekli yeniden canlandırarak anlam üretiyor; görme engelli bir kişinin zihninde ses ve dokunma yoluyla bir imge kurması bunun en güzel örneği. Üstündağ, beynin bu çok katmanlı yapısının gelecekte yapay zekânın düşünme biçimini de belirleyeceğini söylüyor.

 

Organik bilgisayar ve yapay zekânın engellilik perspektifine katkıları

Üstündağ, organik bilgisayarların ve yapay zekânın birleşimiyle engellilik alanında üç büyük dönüşüm beklediğini açıklıyor:

  1. Beyin–makine arayüzleri ve duyusal ikame: Görme veya işitme kaybı yaşayan bireylerin, beyin implantları ve çok duyulu sistemlerle çevrelerini doğrudan algılayabilmesi. “The vOICe” adlı erken bir proje örneğinde, görsel bilgilerin sese dönüştürülmesiyle kişinin dokunma ve işitsel yollarla nesneleri “görmeyi öğrenmesi” mümkün olmuştu. Bu yaklaşım gelecekte doğrudan sinir sistemine bağlanan implantlarla genişleyecek.
  2. Erken teşhis ve kişiye özel rehabilitasyon: Üstündağ, görme kaybının erken tanısının ne kadar belirleyici olduğunu Almanya ve Türkiye’de yaşayan iki kardeşin hikâyesiyle anlatıyor. Aynı doğuştan gelen sorunla doğan iki çocuktan Almanya’daki doğru yönlendirme ve fiziksel eğitim sayesinde bağımsız hareket edebilirken, Türkiye’deki kardeş Braille alfabesiyle sınırlı kalıyor. Yapay zekânın erken teşhis ve kişiselleştirilmiş terapi alanlarında sağlayacağı ilerleme, bu farkı ortadan kaldırabilir.
  3. Günlük yaşamda otonom destek: Gelişmiş yapay zekâ ajanlarının, hareket kısıtı yaşayan bireyler için sesli asistan, çevresel farkındalık rehberi veya erişilebilirlik aracına dönüşeceği belirtiliyor. Böylece “engelliliğin önündeki engeller” büyük ölçüde kalkacak.

 

Organik bilgisayarların engelli istihdamına katkısı

Üstündağ, organik bilgisayarların sağlık alanının yanı sıra eğitim ve istihdamda da fırsat eşitliği yaratacağını düşünüyor. Örneğin, görme engellilerin uzun süredir istihdam edildiği çağrı merkezi işlerinin artık yapay zekâ botlarına devredileceği bir dönemde, aynı teknolojiler yeni uzaktan çalışma biçimlerini de mümkün kılacak. Devletlerin bu dönüşüme yatırım yapması, hem ekonomik hem sosyal açıdan kaçınılmaz görünüyor.

 

Engelliler beynine çip taktırmak ister mi?

Söyleşi, teknolojinin etik ve insani boyutuna da uzanıyor. İnsan beynine çip taktırmanın bugün tartışma konusu olsa da, gelecekte birçok kişinin görme, duyma veya hareket yetisini geri kazanmak için bu yöntemi doğal biçimde tercih edeceği öngörülüyor. Bu dönüşüm, “insan olmanın sınırlarını” yeniden tanımlarken psikolojik ve toplumsal alışma süreçlerini de beraberinde getirecek.

 

Yapay zekâ gelişmeleri hızlanacak

Bilimsel açıdan ise yapay zekânın bilimin kendisini hızlandıran bir unsur hâline geldiği vurgulanıyor. Artık hipotez üretme, veri toplama ve model kurma döngüleri o kadar hızlandı ki, eskiden on yıl süreceği düşünülen gelişmeler beş yılda gerçekleşebiliyor. Ancak bu hız, “yeni eşitsizlikler” riskini de taşıyor. Teknolojiyi geliştiren ülkelerle yalnızca kullanan ülkeler arasındaki farkın büyümesi, tıpkı sanayi devrimi veya petrol çağında olduğu gibi yeni küresel gerilimlere yol açabilir.

 

Biz varsak dünya var

Üstündağ, bütün bu teknolojik heyecanın ortasında bir hatırlatma yapıyor: “Biz varsak dünya var.” Yapay zekâ ne kadar gelişirse gelişsin, toprağın, suyun ve doğanın yerini tutamayacağını; insanın bu gezegene biyolojik olarak uyumlu tek canlı türü olduğunu söylüyor. Teknolojinin amacı Mars’a gitmek değil, dünyadaki yaşamı daha adil ve erişilebilir kılmak olmalı.

Söyleşi, insani bir vurgu ile son buluyor: İnsan yalnızken ne kadar güçlü olursa olsun, anlamını çevresiyle kurduğu ilişkilerde bulur. Engellilik de bu bütünün bir parçasıdır; toplum farklılıklarını ne kadar iyi kucaklarsa, o kadar sağlam bir gelecek kurabilir. Teknoloji de tam bu noktada bir araç olmalı — farklılıkları silmek için değil, herkesin potansiyelini gerçekleştirebilmesi için.

Paylaş: