|

Engellilik, Posthümanizm ve Türkiye Kitabı Engelsiz Erişimli Saatler Programında

 

Emre Taşgın, Engellilik, Posthümanizm ve Türkiye adlı kitabının detayları hakkında paylaşımda bulunmak üzere Dr. Engin Yılmaz ve Adem Vural’ın sunduğu Engelsiz Erişimli Saatler programına konuk oldu.

 

Engelliliğin kısa tarihsel panoraması

Engelsiz Erişim Derneği YouTube kanalında yayınlanan programda; Emre, kitabın girişinde engelliliğin kısa tarihsel panoramasını çizdiğini söylüyor. Antik Çağ’da öldürme, dışlama, “olağandışılık” yüklemeleri; Mezopotamya’daki görece “şefkatli” istisnalar; Orta Çağ’da bakım evlerine kapatma, dilencilik loncaları ve ucube gösterileri; modern dönemde istatistik bilimiyle iç içe büyüyen öjeni ve bunun yalnızca Nazi Almanyası’na özgü olmayıp 20. yüzyıl başında ABD’de sterilizasyon yasalarıyla kurumsallaşması… Bu tarihsel hat, II. Dünya Savaşı sonrası gaziler ve engelli hareketlerinin yükselişiyle sosyal modele (engelliliği bireyin bedeninde değil, çevresel düzenlemelerde konumlayan yaklaşım) bağlanıyor; sosyal modelin hak temelli genişlemesi olarak BM Engelli Hakları Sözleşmesi vurgulanıyor. Bununla birlikte Emre, insan hakları modeliyle de yetinilemeyeceğini; ağrı-acı gibi bedensel gerçekliklerin, tıbbi ihtiyaçların ve bireysel farklılıkların sosyal engellerle birlikte düşünülmesi gerektiğini hatırlatıyor.

 

Tahterevalli düzeni değişir mi?

Kitabın fikrî omurgasında Bertolt Brecht’in “tahterevalli” metaforu var. Amaç “aşağıdakileri” yukarıya taşıyıp yer değiştirmek değil, bizzat tahterevalliyi—yani hiyerarşiyi—sorgulamak. Buradan hümanizm, transhümanizm ve posthümanizm kavramlarına geçiliyor. Emre, hümanizmin tarihsel olarak “hangi insan” sorusunu görmezden gelerek “ideal” bedeni yücelttiğini—Rönesans’ın Vitruvius Adamı üzerinden—anlatıyor; sömürgecilik ve “medenileştirme” söylemlerinin bugünün siyasal duyarlılıklarındaki çifte standartlarla akrabalığını kuruyor. Sanayi devrimiyle üretim toplumu şekillenirken engellilerin daha da dışarda bırakılması, öjeni ve tecrit pratikleriyle eklemleniyor.

Transhümanizm bölümünde teknolojiyle “aşkın insan” fikri, implantlar ve siborg bedenler konuşuluyor. Pistorius örneği üzerinden spor etiği ve “haksız rekabet” tartışmaları; renk algısını sese dönüştüren anten implantıyla kendini siborg olarak tanımlayan Neil Harbisson’ın yaşadığı pasaport-miting sorunları; güncel olimpiyat ve paralimpik sınıflandırmalarında cinsiyet/beden politikaları gibi gri alanlar tartışılıyor. Hayvan çalışmaları bağlamında Peter Singer’ın tartışmalı argümanlarına değinilerek “değer” atfetmenin kaypaklığı eleştiriliyor; Kanada’daki yardım-ölüm (MAID) düzenlemeleri ve öjenik yaklaşımın “başladığı yerde durmayan” eğimi uyarı olarak kayda geçiyor.

 

Crip Technoscience / Sakat Teknobilim

Emre,  “Crip Technoscience / Sakat Teknobilim” kavramını merkeze alıyor: teknolojiyi engelliyi “düzeltmek” için değil, engelli bireyi pasif nesneden aktif özneye dönüştüren bir güç olarak ele almak; techno-ableism’i (teknolojik sağlamcılık) ifşa etmek; giyilebilir teknolojileri “yoldaş” saymak, ama onları eleştirel okuryazarlıkla ve veri mahremiyeti hassasiyetiyle kullanmak. Pratik uyarılar geliyor: Navigasyon ve sesli anonslara aşırı bağımlılığın mekânsal becerileri köreltebilmesi; yapay zekâ sistemlerinde işe alım gibi alanlarda engelliler aleyhine önyargıların otomatikleşmesi; AB’nin yapay zekâ mevzuatının sınırlılıkları; hassas verilerin paylaşımında dikkat.

 

Teknoloji bağlamında geleceğin engellilik çalışmaları

Sohbet geleceğin felsefî sorularına da açılıyor: zihin aktarımı (mind uploading), beden-zihin ilişkisi, ses klonlama sayesinde ALS gibi durumlarda “kendi sesiyle konuşma” imkânı, dijital ayak izlerinden üretilen kişilik simülasyonları ve “o hâlâ ben miyim?” sorusu; metaverse ve çevrimiçi toplulukların, fiziksel mahalle bağlarının yerini alış örnekleri; “Black Mirror” benzetmesiyle freemium dünyasında “yaşamın reklama boğulması” gibi distopik riskler. Vatandaşlık puanı türü skorlama sistemlerinin engelliler için yaratabileceği yeni eşitsizlik kanalları da ayrıca anılıyor.

Tüm bu ufuk turu, “ayakları yere basan” gündemin ertelenmesi anlamına gelmiyor. Programda Türkiye’de temel erişilebilirlik, vergi yükleri, cihaz edinimi, kamu hizmetlerinin kalitesi gibi somut dertlerin yakıcılığı vurgulanıyor. Emre ise “yakın sorunları çözerken ufku da geniş tutmanın” zorunlu olduğunu, aksi halde başkalarının kurduğu teknoloji-gelecek tasarımlarında yine dışarda kalınacağını söylüyor. AstroAccess örneğiyle “engellilerin uzaya çıkması” fikri gündeme geldiğinde kimi çevrelerden gelen “biz daha sokağa çıkamıyoruz” tepkisini anladığını, fakat hayalin tamamen iptal edilmesinin de ufku daraltacağını belirtiyor: hedef, bugünkü hakları büyütürken yarının teknolojik yurttaşlığında söz sahibi olmak. Kapanışta Emre, kitabının bir başlangıç olduğunu, kavramların tartışılmasını, eleştirilmesini ve geliştirilmesini arzuladığını; program ekibi de konuyu yeni bölümlerde derinleştirme niyetini paylaşıyor.

 

Paylaş: