|

Engellilerin gündemi (56. bölüm)

 

Engellilerin Gündemi programının 56. bölümünde; Emre Taşgın, 3–17 Ekim arasında engellilik alanında öne çıkan başlıkları yorumluyor.

 

Türkiye Barolar Birliği Engelli Hakları Komisyonu, Anayasa Mahkemesi’nde

Gündemin ilk ve en geniş başlığı, Anayasa Mahkemesi’nde (AYM) Türkiye Barolar Birliği Engelli Hakları Komisyonu ile, üye Hâkim Kenan Yaşar başkanlığında yapılan görüşme. Emre Taşgın, toplantının “tarihi” nitelemesini abartılı bulsa da son yılların en önemli lobi temaslarından biri olduğunu ve farklı STK’ların ortak zeminde buluştuğunu belirtiyor. Masadaki dosyalar arasında engelli emekliliğinde aranan %60 iş gücü kaybı şartının fiilen çalışan engellilerin sosyal güvenlik haklarını kısıtlaması; ÖTV muafiyetinde getirilen %40 yerlilik oranının gerçek ihtiyaçları karşılamaması; araç yenileme süresinin 5 yıldan 10 yıla çıkarılmasının yarattığı mağduriyet; kötüye kullanım iddialarının gerçek hak sahiplerini ikinci plana itmesi ve bu denge sorununa kalıcı, ölçülü çözümler üretilmesi ihtiyacı öne çıkıyor. Yardımcı/destek teknolojilerine erişimde ithal tıbbi cihazlar ve engellilerin erişilebilirlik nedeniyle tercih ettiği ama “engelliye özel” sayılmayan ürünler üzerindeki vergi yükünün de erişimi sınırladığı ifade ediliyor. Katılımcılar tarafından AYM’nin kararlarında ulusal mevzuat yanında BM Engelli Hakları Sözleşmesi başta olmak üzere uluslararası yükümlülüklere uygunluk çağrısı yapılıyor. Taşgın, 2022’de Türkiye Noterler Birliği’nde engellilerin imza süreçlerine dair çok disiplinli ve nitelikli bir toplantıya katıldığını anımsatarak, AYM temasını bu tür etkili sivil toplum girişimlerinin devamı olarak konumlandırıyor. Yine de görüşmenin, kararların ne yönde çıkacağını garanti etmediğini, fakat karar vericilere “engelli hakları da var” diye hatırlatan kritik bir adım olduğunu söylüyor.

 

Mutlu Kaya yeniden sahnelere döndü

Mutlu Kaya, bir dönem ses yarışmasına katılarak kamuoyunun dikkatini çeken, güzel sesiyle hatırlanan bir isimdi. Ardından Diyarbakır’da erkek arkadaşı tarafından başından vuruldu; bu saldırı sonrasında konuşma ve yürüme başta olmak üzere ciddi nörolojik etkilenimler yaşadı. Uzun süreli tedavi ve rehabilitasyon çabalarıyla yaşamını sürdüren Kaya, on yılın ardından yeniden sahneye çıktı. Kaya, bu anı “yıllardır hayal edilen” bir eşik olarak tarif ediyor; çok duygulandığını, neredeyse ağlayacağını, kendini tuttuğunu söylüyor; “Henüz tam olarak iyileşemedim ama artık eskisi gibi olmasa da şarkı söyleyebiliyorum” sözlerini sarf ediyor. Taşgın’ın yorumunda da altı çizildiği gibi, insanlar hayatlarının farklı evrelerinde “olmayacak, başaramayacağım” duygusuna kapılabiliyorlar; engellilik bağlamı olsun olmasın, herkes için düşüş anları mümkün. Tam da bu nedenle, ağır travmaya rağmen yeniden üretmeye, sahneye çıkmaya yönelen figürlerin görünürlüğü moral bir kaynak hâline geliyor. Muhtemelen Kaya da, benzer şiddet deneyimlerini yaşamış kadınların ve yakın zamanda erkek şiddetine kurban verdiği bir yakını bulunanların dayanışmasından güç aldı; bugün onun sahnede görünmesi de başkaları için aynı etkiyi yaratabilir.

 

işaret dili tercümanı eksikliği

Avukat ve TİD tercümanı Cem Ülker’in adliye, banka, sağlık ve gündelik yaşamda tercüman yokluğunun işitme engellilerin haklarını fiilen kullanmasını engellediği yönündeki tespitleri aktarılıyor. Mahkemelerde talep edildiğinde tercüman giderlerinin devletçe karşılandığı, talebin önceden iletilmesinin mağduriyetleri azalttığı hatırlatılıyor. Belediyeler ve kimi kamu kurumlarında işaret dili bilen personel sayısının yavaş da olsa arttığı, dijital içeriklerde işaret dili farkındalığının büyüdüğü söyleniyor. Mevcut çözümler yetersiz kalsa da yapay zekâ tabanlı işaret dili teknolojilerinin orta vadede nitelik kazanacağına dair temkinli bir iyimserlik dile getiriliyor.

 

AJet’in engelli yolcuyu uçağa almadığı iddiası

Samsun’un Bafra ilçesinden Çanakkale’ye gitmek isteyen bir engelli öğrencinin yaşadığı ayrımcı muamele anlatılıyor. Öğrencinin “uçabilir” raporu bulunmasına rağmen, AJet firması tarafından uçağa alınmadığı, aynı zamanda biletinin iptal edilmediği veya değiştirilmesine izin verilmediği aktarılıyor. Öğrenci, iki hafta önce ameliyat geçirdiğini, bacağını bükemediğini ve sadece uzatarak oturabildiğini belirtiyor. Buna rağmen “uçuşa uygun” raporu olmasına karşın, görevlilerin kendisini uçağa kabul etmediğini, yardım da etmediklerini söylüyor. Sosyal medyada paylaştığı videoda bu durumu “bacaklarım uzun diye uçağa alınmadım” sözleriyle duyuruyor. Taşgın, olaya dair AJet’ten resmi bir açıklama bulamadığını ancak olayın sosyal medyada duyulmasının farkındalık yaratması açısından önemli olduğunu vurguluyor.
Bu olay, Taşgın’a göre yeni değil. Türkiye’de birçok kez engelli yolcuların benzer şekilde mağdur edildiği örnekler yaşanıyor. Kendisi de Samsun Havalimanı’nda geçmişte ayrımcı muameleye maruz kaldığını belirtiyor. AJet’in dijital erişilebilirlik konusunda ciddi çalışmalar yapan bir ekibe sahip olduğunu, hatta Türkiye’de bu alanda kurulmuş en nitelikli takımlardan biri olduğunu ifade ediyor. Ancak erişilebilirliğin yalnızca dijital hizmetlerle sınırlı kalmaması gerektiğini; personel tutumları, hizmet süreçleri ve ayrımcılıkla mücadele boyutlarının da kapsanması gerektiğini vurguluyor. Taşgın’a göre bu olay, firmaların personellerine engelli farkındalığı eğitimi vermesi ve hizmet süreçlerini yeniden düzenlemesi gerektiğini bir kez daha ortaya koyuyor. Engelli yolcuların check-in işlemlerini yalnızca kontuarda yapabilmeleri gibi uygulamalar da benzer biçimde ayrımcı sonuçlar doğuruyor. Tüm bu örnekler, erişilebilirliğin bütüncül biçimde ele alınması gerektiğini gösteriyor.

 

THY’nin engelli yolcuyu ön koltuklarda oturtmak istemediği iddiası

Can kemik hastası olan gazeteci ve hak savunucusu Elif Gamze Bozo, İstanbul–Ankara uçuşu öncesinde hareket kısıtlılığı nedeniyle ön koltukta seyahat etmek istediğini bildiriyor; ancak bu talebi karşılanmıyor. THY kontuarında yaşanan tartışmada Bozo, “ön koltuklar bürokratlara ve iş insanlarına değil, yaşlı ve engelli yolculara ayrılmalıdır; bu bir lütuf değil, yasal haktır” diyerek itiraz ediyor. Yaklaşık yarım saatlik beklemenin ardından çek-in işlemi tamamlanıyor; fakat Bozo uçağa yönelirken bir görevli gelip biletini yeniden isteyerek “sağlık raporu isteyebiliriz” diyor. Bu ifade, Taşgın’a göre Samsun’daki olayın aynısı. Engellinin uçabilirliğini sorgulayan, küçümseyici ve tehditkâr bir yaklaşım. Bozo, Anayasa ve uluslararası sözleşmeleri hatırlatarak tepki gösteriyor; olay büyüyünce yöneticiler devreye giriyor ve özür diliyorlar. Taşgın, engelli bireylerin her zaman tüm haklarını bilmek zorunda olmadığını, sistemin zaten onların yerine haklarını koruyacak şekilde tasarlanması gerektiğini vurguluyor. Buna rağmen Türkiye’de çoğu zaman engelli bireylerin haklarını savunabilmek için “doğuştan mevzuat uzmanı” gibi davranmaya mecbur bırakıldığını söylüyor.

Kendi deneyiminden bir anı paylaşarak, yıllar önce bir uçuşta Fenerbahçe’nin eski başkanı Aziz Yıldırım’la yan yana oturtulmak istenmediğini, engelli yolcuların ön koltuklarda “rahatsızlık yaratacağı” yönündeki önyargıların hâlâ var olduğunu belirtiyor. Bu olay, engellilere yönelik ayrımcılığın sadece fiziksel erişimle ilgili olmadığını; aynı zamanda hizmet kültüründe, personel davranışlarında ve toplumsal algılarda köklü bir değişim gerektiğini gösteriyor.

 

Görme engelli olmasına rağmen Braille öğrenmek mucize mi?

Son olarak İhlas Haber Ajansı (İHA) tarafından yayımlanan bir haberin dili ve yaklaşımı eleştiriliyor. Haber, İzmir’in Tire ilçesinde yaşayan ve yüzde 90 görme engelli olmasına rağmen Braille alfabesini öğrenen ikinci sınıf öğrencisi Defne Efe hakkında hazırlanmış. Haberin girişinde “yüzde 90 görme engelli olmasına rağmen Braille alfabesini öğrenerek büyük bir başarıya imza atan” ifadeleri kullanılıyor. Dünya Kız Çocukları Günü vesilesiyle paylaşılan bu haber, “Engellerin değil inancın belirlediği bir başarı hikayesi” başlığıyla verilmiş. Taşgın, bu tür bir anlatımın hak temelli yaklaşım açısından bakıldığında yanlış olduğunu belirtiyor. “Görme engelli olmasına rağmen” ifadesi, engelliliği bir eksiklik olarak sunuyor ve kör bir bireyin Braille alfabesini öğrenmesini “beklenmedik” bir başarı gibi gösteriyor. Oysa Braille alfabesi zaten görme engellilerin okuma-yazma için kullandıkları doğal sistemdir. Dolayısıyla görme engelli bir çocuğun Braille öğrenmesi olağan, hatta eğitimin bir parçasıdır. Bu nedenle, haberin “başarı” kurgusu yanlış temellendirilmiştir. Taşgın, haberdeki bu yaklaşımın medyada sıkça rastlanan bir örnek olduğunu, yıllar önce “görme engelli olmasına rağmen oruç tutuyorlar” gibi yanlış kurgulanmış haberlerin de yapıldığını hatırlatarak eleştiriyor. “Olmasına rağmen” gibi ifadelerin, engellilerin sıradan eylemlerini bile mucize gibi göstermesine karşı çıkıyor. Ayrıca, Defne’nin kaynaştırma eğitiminde olmasının önemli olduğunu, ikinci sınıfa kadar Braille alfabesini öğrenebilmesinin kendi içinde elbette olumlu bir gelişme olduğunu belirtiyor; ancak haberin başarının nedenini doğru yerde aramadığını söylüyor. Taşgın’a göre haberin asıl değeri, çocuğun motivasyonunun desteklenmesinde, yani somut katkılarda aranmalıydı. İlçe Millî Eğitim Müdürü’nün ve yetkililerin ziyareti, moral açısından güzel olsa da, “takdir”le sınırlı kalmamalı. Gerçek destek, çocuğa Braille ekran gibi dijital Braille araçlarının sağlanmasıyla olurdu. Bu tür donanımlar, Defne’nin Braille’i etkin biçimde kullanmasını ve eğitimde daha ileri seviyelere ulaşmasını mümkün kılardı.

Paylaş: